Antakya (Grekçe: Ἀντιόχεια Antiócheia, Süryanice: ܐܢܛܝܘܟܝܐ Anṭiokia, İbranice: אנטיוכיה, antiyokhya, Gürcüce: ანტიოქია, Ermenice: Անտիոք Antiok, Latince: Antiochia ad Orontem, Arapça :انطاکیه Anṭākiya), Asi Nehri kıyısına kurulmuş bir antik kent. Kalıntıları günümüz Antakya şehrinde bulunur ve modern şehre ismini verir.
Antakya Büyük İskender'in generallerinden I. Seleukos tarafından milattan önce dördüncü yüzyılın sonunda kuruldu. Şehrin gelişmesinde coğrafi, askeri ve ekonomik konumu büyük bir etken olmuştur. Şehrin Baharat Yolu, İpek Yolu ve Kral Yolu'nun yakınlarında bulunması ekonomik olarak gelişmesini hızlandırmış ve yakın doğunun başkenti olma yolunda İskenderiye'ye rakip olmasını sağlamıştır. Şehir ayrıca Helenistik Yahudiliğin ve İkinci Tapınak Dönemi Yahudiliğinin ana merkezlerinden biridir. Antakya'nın şehirleşmesinin büyük bir bölümünü Roma İmparatorluğu topraklarının Doğu Akdeniz bölgesindeki en önemli şehirlerden biri olduğunda yaşamıştır.
Antakya, hem uzun tarihi hem de Helenistik Yahudiliğin ve Erken Hristiyanlığın ortaya çıkmasında oynadığı kilit rolü sebebi ile "Hristiyanlığın Beşiği" olarak adlandırılır.1 Hristiyan Yeni Ahit, "Hristiyan" isminin ilk olarak Antakya'da ortaya çıktığını ileri sürer.2
Şehir, Suriye Tetrapolisi olarak bilinen (Antioch, Seleucia Pieria, Epemiye, Laodicea) şehirlerden birisidir.
Şehir, Augustus zamanında yarım milyon nüfusa sahip bir metropoldü ancak, Orta Çağ'da yaşanan savaşlar, sık yaşanan depremler ve Moğol istilaları ardından Antakya'dan geçmeyi bırakan ticaret yollarının değişmesi sebebi ile önemini kaybetmiştir.
Antakya'dan önce aynı bölgede Meroe adlı bir yerleşim bulunmaktaydı. Burada Herodot'un "Pers Artemis'i" olarak adlandırdığı, Semitik tanrılardan Anat'a ait bir tapınak bulunmaktaydı. Bu tapınak Antakya'nın Doğu mahallesinde bulunuyordu.
Silpius Dağı (Habib-i Neccar Dağı)'nın eteklerinde Io veya Iopolis adında bir yerleşim yeri bulunmaktaydı. Bu isim kendilerini Attik İyonyalılarla bağdaştırmak isteyen Antakyalılar tarafından kullanılrdı. Io'nun küçük bir tüccar Yunan kolonisi olduğu düşünülmektedir. Ayrıca Antakyalı Yunan Tarihçi İoannis Malalas ova içinde Asi Nehri kenarında Bottia adında ilkel bir yerleşimin de olduğunu belirtmektedir.3
Milattan sonra 4. yüzyılda yaşamış Antakyalı bir hatip olan Libanios'un yazılarında4 Büyük İskender'in Antakya mevkiinde kamp kurduğu ve Antakya'nın kuzeybatısında Zeus'a bir sunak yaptırdığını belirtmiştir. Bu olay sadece Libanios'un yazılarında geçmektedir. Muhtemelen Antakya'nın statüsüne yükseltmek amacı ile yapılmış olabileceği düşünülse de gerçek olmaması için bir sebep bulunmamaktadır.5
Milattan önce 323 yılında Büyük İskender'in ölümünden sonra, generalleri işgal ettikleri bölgeleri kendi aralarında paylaşmıştır. I. Seleukos Nikator Milattan önce 301 yılında, İpsos Savaşı'nın ardından Suriye topraklarının hakimiyetini kazanmış ve Suriye'nin kuzeybatısında dört "kardeş" şehir kurmaya başlamıştır. Bunlardan biri babası Antiochus'un şerefine kurduğu Antakya'dır. Suda'ya göre de şehrin adı I. Seleukos Nikotor'un oğlu I. Antiohos'tan gelmektedir.6 I. Seleukos'un onaltı Antioch kurduğu düşünülmektedir.
I. Seleukos Antakya'nın kurulacağı yeri dini bir törenle seçmiştir. Zeus'un hayvanı olduğuna inanılan kartala bir parça kurban eti verilmiş ve kartalın bu adağı taşıdığı yere şehir kurulmuştur. Seleukos bu dini töreni saltanatının 12. yılında Kadim Makedon Takviminin Artemisos (MÖ Mayıs 300 yılı7) ayının 22. gününde gerçekleştirmiştir. Antakya kısa zamanda Seleucia Pieria'nın üstüne çıkarak Suriye'nin başkenti olmuştur.
Orijinal Selevkos şehri, mimar Xenarius tarafından İskenderiye'nin ızgara planı taklit edilerek yapılmıştır. Libanios bu şehrin ilk binasını ve yerleşim planını şu şekilde anlatır. Kalesi Habib-i Neccar dağının üstünde bulunuyordu ve şehrin geneli dağın kuzeyinde, nehrin saçaklandığı yerde dağın yamaçlarında yerleşmışti. Şehir merkezinde iki büyük sütunlu yol kesişiyordu. Kısa bir süre sonra şehrin doğusuna Antiochus I tarafından ikinci bir mahalle kuruldu. Kendine ait surları bulunan bu mahalle, Strabon'nun tabirine göre Yunan şehrinin aksine yerel kültüre sahipti.
Asi nehrinin içinde şehrin kuzeyinde büyük bir ada bulunmaktaydı. II. Seleukos Kallinikos bu ada üzerinde 3. bir "şehir" kurmaya başladı bu şehir III. Antiohos tarafından tamamlandı. IV. Antiokhos Epiphanēs tarafından M.Ö. 175-164 yılları arasında dördüncü ve son mahalle eklendi. Bu mahallenin eklenmesi ile Antakya, Tetrapolis olarak bilinmeye başladı. Şehrin çapı Batı'dan Doğu'ya 6 Kilometre Kuzey'den Güney'e bundan biraz daha az uzunluktaydı. Bu alanın içinde birçok büyük bahçe bulunmaktaydı.
Yeni şehir Atinalıların yakınlarda bulunan Antigonia şehrinden getirdiği göçmenler, Makedonyalılar ve Yahudiler (Kuruluştan itibaren tüm hakları verilmiş olan)'in karışımından oluşmaktaydı. Antakya'nın kuruluştaki özgür nüfusu 17.000 ve 25.000 arasında olduğu tahmin edilmektedir. Bu sayıya köleler ve yerel göçmenler dahil değildir. Antakya'nın nüfusu geç Helenistik dönem ve erken Roma döneminde 500.000 kişiyi geçerek zirve noktasına ulaşmış ve Roma İmparatorluğu içinde Roma ve İskenderiye'den sonra en büyük üçüncü şehir olmuştur. 4. Yüzyılın ikinci yarısında Libanios'a göre nüfus 150.000 ve İoannis Hrisostomos'a göre de 200.000'dir (çocuklar ve köleler bu sayıya dahil değildir.).
Şehrin Heraclea mahallesinin yaklaşık 6 kilometre batısında, ortasında Büyük Apollon Tapınağı bulunan bol ağaçlıklı ve su kaynaklı cennetten bir köşe Daphne (Defne) bulunmaktaydı. Bu tapınak I. Seleukos tarafından yaptırılmış ve Apollon'u Müzlerin başı olan Musagetes formunda tasvir eden, heykeltıraş Bryaxis tarafından yapılmış görkemli bir heykelle zenginleştirilmiştir. Daha sonra Diocletianus tarafından yer altına bu tapınağa eşlik edecek bir Hekate tapınağı yapılmıştır. Daphne'nin doğal güzelliği ve gevşek ahlakı tüm batı dünyasında ün salmıştı ve doğal olarak Antakya' da bu üne ortak oluyordu.
Antakya I. Antiohos döneminde Selevkos İmparatorluğu'nun başkenti ve mahkeme şehri olmuştur, fakat asıl önem kazanması Ankyra Muharebesi sonucu Selevkos İmparatorluğu'nun Anadolu'da hakimiyeti kaybetmesi ve güç merkezinin Anadolu'dan kaymasına dayanır. Aynı şekilde bu savaş, dolaylı yoldan Pergamon Krallığı'nın yükselişine sebep olmuştur. Bu savaş sonrası Selevkoslar Antakya'da yaşamış ve başkentlerine de en iyi şekilde bakmışlardır. Helenistik Dönem ile alakalı bilgiler geç Roma döneminde yaşamış yazarlardan geldiği için Suriye dışında kalan bölgelerle alakalı bilinenler çok sınırlıdır. Romalı yazarlar şehirde Yunanlar tarafından yapılmış önemli binalar arasında sadece günümüzde de hala Habib-i Neccar dağının eteklerinde kalıntıları bulunan tiyatrodan ve Asi nehrinin içindeki adada bulunan saraydan bahsetmektedir. Cicero, Pro Archia'da Antakya'dan "En bilge insanların bulunduğu ve en özgürlükçü araştırmaların yapılabildiği kalabalık bir şehir." olarak bahseder. Selevkos döneminden bu arayışlarda bulunan ve günümüze gelen kayda değer isimler Stoacı Felsefeci Antakyalı Apollophanes ve yazar Phoebus'tur.
Şehrin nüfusunun büyük bir bölümü yüzeysel olarak Helenik'ti ve resmi olmayan hayatta Aramice konuşuluyordu. Krallara verilen lakaplar genelde Aramice oluyordu. Kuzey Suriye'nin büyük tanrıları olan Dafni ve Apollon dışında büyük oranda Meroe'nun Pers Artemis'i, Hierapolis Bambyce'in Atargatis'i gibi yerel tanrılara inanılıyordu.
"Altın Şehir" sıfatından şehrin görünümünün çok görkemli olduğu çıkarımını yapabiliriz. Fakat şehir, bulunduğu bölgenin sismik hareketliliğe çok sık maruz kalması sebebiyle bu görkemi koruyabilmek için sürekli bir bakım-onarıma ihtiyaç duyuyordu. Kayıtlı ilk büyük depremin, şehir ile ilgili bildiklerimizin büyük bir bölümünün kaynağı olan yerel tarihçi İoannis Malalas, M.Ö.148 yılında meydana geldiğini ve çok büyük bir yıkıma sebep olduğu'nu yazmıştır.
Şehrin sakinleri isyana yatkın, dönek ve sefahat düşkünlüğü dillere düşmüş bir haldeydi. Selevkos hanedanının M.Ö.147'de I. Aleksandros'a karşı ve M.Ö.129'da II. Dimitrios'a karşı çıkan isyanları gibi iç anlaşmazlıklarında şehir sakinleri, şiddet içeren bir tutumla isyanlarda rol alıyorlardı. Öyle ki, M.Ö.129'daki isyanda II. Dimitrios'u sarayında kuşatan Antakyalılara karşı, Yahudilerden oluşan askeri birliğini göndererek şehrin kontrolünü ciddi kıyımla ve büyük bir bölümü yanmış olarak geri ele alabilmiştir. Antakya halkı Selevkos hanedanı'nın son dönemlerinde zayıf hükümdarlarının açık bir şekilde aleyhine dönmüş ve M.Ö. 83 yılında II. Tigran'ı şehri ilhak etmesi için davet etmiş, M.Ö. 65 yılında XIII. Antiohos'u tahttan indirmeye çalışmış ve ertesi yıl Roma Cumhuriyeti'ne katılmayı talep etmiştir. Bu istekleri M.Ö. 64 yılında kabul görmüş ve Suriye ile birlikte civitas libera (serbest şehir) olarak Roma Cumhuriyeti hükmü altına girmiştir.
Romalılar "melez" Antakyalılara sınırsız bir aşağılama ile bakıyorlardı. Fakat, İmparatorluğun Doğusuna başkent olmak için çok uzakta ve ücrada kalan İskenderiye'nin aksine, çok daha merkezi bir yerde ve ticaret yolları üstünde bulunan Antakya en başından itibaren İmparatorları için değerli bir şehirdi. Şehri belli bir dereceye kadar Doğu'daki Roma yapmaya çalıştılar. M.Ö. 47 yılında Jül Sezar şehri ziyaret etmiş ve özgürlüğünü onaylamıştır. Silpius dağı'nın üstünde muhtemelen şehirin benimsenmesini sağlayan Augustus tarafından yaptırılmış Büyük bir Jüpiter Tapınağı bulunuyordu. Roma tipi bir forum yapılmış ve Tiberius Güneyde Silpius'a doğru iki uzun sütunlu yol yaptırmıştır. Agrippa ve Tiberius tiyatroyu büyütmüş ve Trajan onların başlattığı işi bitirmiştir. Antoninus Pius Doğu-Batı ana yolunu granitle kaplatmıştır. İmparatorların adını taşıyan bir circus, yeni sütunlu yollar, çok sayıda hamam ve bu hamamları besleyecek su kemerleri yapıldı bu su kemerlerinin en iyilerinden birisi Hadrianus adına yaptırılandır. Roma müvekkili Kral Hirodes şehirin doğusuna uzun bir stoa inşa etti ve Agrippa bunun güneyinde yeni bir kenar mahalle yapılmasını teşvik etti.
Antakya'ya Romalılar tarafından yapılan en önemli eklenti, nüfusu yarım milyondan fazla iken, muhtemelen Augustus döneminde yaptırılan Antakya Circus'uydu. Bir roma hipodromu olan Antakya Circus'u At arabası yarışları için kullanılmıştır. Tasarımını Roma'daki Circus Maximus ve imparatorluğun diğer yerlerindeki circuslardan almıştır. Uzunluğu 490 metreden fazla, genişliği 30 metreydi8 ve 80.000 izleyici kapasitesine sahipti.
Strabon ve Cassius Dio'ya göre Hindistan'ın Sramana geleneğinin keşişi Zarmarus, M.S. 13 yılında Şamlı Nikolaos ile Antakya'da tanışmıştır.
Germanicus M.S. 19 Yılında Antakya'da ölmüş ve bedeni forumda yakılmıştır. İmparatorluk döneminde, Antakya'dan genel olarak şehri sık sık sarsan depremler sayesinde bahsedilmektedir. Bu depremlerden bazıları: Caligula'nın kentin durumunu kontrol etmek için iki senatör göndermesine neden olan M.Ö. 37 yılında yaşanan deprem. Bir sonraki saltanatta, Trajan'ın Part İmparatorluğu'na karşı çıktığı seferde ordusuyla Antakya'da kışı geçirmek için konakladığı sırada gerçekleşen, tüm zemini sarsan, araziyi değiştiren ve imparatoru birkaç gün boyunca hipodrom'da sığınmaya mecbur bırakan yaklaşık 260.000 kişinin ölümüne sebep olan M.S.115 yılında yaşanan deprem. Depremden hemen sonra Trajan kentin tekrar inşasına başladı ve halefi Hadrianus zamanında onarımlar bitirildi, ancak kentin nüfusu 400.000'den aza düşmüştü ve pek çok bölümü terk edilmişti. Trajan kentin tekrar inşasının anısına heykeltraş Eutychides tarafından yapılan Antakya'nın Tike'si heykelini yeni yapılan tiyatro içine diktirmiştir. Tekrar inşa edilen şehir, küçük depremlerin ardından M.S. 520'de tekrar aynı felaketi yaşadı ve çoğunluğu büyük bir kilise meclisinde toplanan Hristiyanlar'dan olmak üzere binlerce insan hayatını kaybetti. Ayrıca 29 Kasım 528 ve 31 Ekim 588'de de çok ciddi depremler olduğu kayıt altına alınmıştır.
Commodus Antakya'da Olimpiyat Oyunlarını kutlamıştır.
M.S. 256 Yılında şehir aniden I.Şapur komutasındaki Persler tarafından basıldı ve tiyatroda insanların çoğu öldürüldü. Ertesi yıl Roma imparatoru Valerianus tarafından yeniden ele geçirildi.
İmparator Julianus 362 yılında Perslere karşı yaptığı bir seferde yol üstünde olan Antakya'ya uğramıştır. imparatorluk başkenti olması için Konstantinopolis'e rakip olarak gördüğü Antakya için büyük umutları vardı. Antakya Ammianus Marcellinus'un bahsettiği üzere oldukça uyumlu bir şekilde beraber yaşayan karışık bir pagan ve Hristiyan nüfusa sahipti. Ancak Julianus'un ziyareti, Afrodit'in mahkum sevgilisi Adonis için bir yakınma festivali olan Adonia ile aynı zamana denk geldiğinde uğursuz bir şekilde başladı. Bu yüzden Ammianus, İmparator ve askerlerin şehire kutlama ve tezahürat sesleriyle değil, yas, feryat ve çığlık sesleri ile girdiğini yazmıştır.
3. yüzyıl şehit piskoposu Babylas'ın kemiklerinin Daphne'deki Apollon kahinini bastırdığı söylendikten sonra tapınak çevresindeki kemiklerin yerinden kaldırılması emrini vererek bir halkla ilişkiler hatası yaptı ve bunun sonucundan büyük bir Hristiyan eylemi başladı. Bundan kısa bir süre sonra tapınak, çıkan bir yangın sonucu yıkıldı. Julianus Hristiyanlardan şüphelendi ve her zamankinden daha sıkı soruşturmalar yapılmasını emretti. Ayrıca şehrin baş Hristiyan kilisesini, soruşturmalar yangının bir kaza sonucu olduğunu kanıtlamadan önce susturdu.
Julianus, Antakyalıları eleştirecek başka birçok şey buldu; Julianus, imparatorluğun şehirlerinin, yaklaşık 200 yıl önce olduğu gibi, kendi kendini yönetmesini istiyordu. Ancak, Antakya şehir meclis üyeleri, Antakya'nın gıda kıtlığını kendi kaynakları ile gidermeye isteksiz olduklarını gösterdiler fakat imparatora o kadar bağımlıydılar. Ammianus, meclis üyelerinin işlerini kendileri için yapmaları için pazardaki her şeyden habersiz erkeklere rüşvet vererek görevlerinden kaçtıklarını yazdı.
Julianus, şehrin eski dine saygısızlığını her yıl düzenlenen Apollon şölenine katıldığında yalnızca elinde bir kaz tutan yaşlı bir rahip gördüğünde farkına vardı.
Ammianus'un yazdıklarında göre Antakyalılar, konaklayan askerlerinin yiyecek kıtlığını daha kötü hale getirmesinden dolayı Julianus karşı bir nefret duyuyorlardı. Antakya'nın aç vatandaşları, tıka basa kurban etiyle doymuş, sokaklarda sarhoş dolaşıp etrafa rahatsızlık veren Julianus'un askerlerine tiksinti ile bakıyordu. Ayrıca, Hristiyan Antakyalılar Julianus'un pagan Galyalı askerleri ile hiçbir zaman anlaşamıyorlardı.
Julianus'un dindarlığı, eski dini koruyan Antakyalılar için bile antipatik geliyordu. Julianus'un paganlığı en eğitimli Yeni Platoncu çevrelerin dışında çok az desteklenen kendine has bir türdeydi. Julianus'un büyük ölçekli hayvan kurban etme hevesinin ironisi, aç Antakyalıların gözünden kaçmıyordu. Julianus'un, kurban merasimlerine kişisel katılımları halkta hiçbir hayranlık uyandırmıyordu. Ammianus kendisine "Baltacı" lakabı verildiğini yazar. İmparatorun, sert yöntemleri ve katı yönetimi, diğer şeylerin yanı sıra, Julianus'un modaya uygun olmayan sivri sakalları nedeniyle Antakyalıların hicivlerine konu oldu.
Julianus'un halefi Valens, Antakya'ya içinde Valentinian'ın heykelinin bulunduğu yeni bir forum bahşetti ve 538 yılında I. Hüsrev'in komutasındaki Persler tarafından yağmalanana kadar ayakta kalan Büyük Konstantin Kilisesini açtı.
[Kategori:MÖ
Orijinal kaynak: antakya (antik kent). Creative Commons Atıf-BenzerPaylaşım Lisansı ile paylaşılmıştır.
"The mixture of Roman, Greek, and Jewish elements admirably adapted Antioch for the great part it played in the early history of Christianity. The city was the cradle of the church." — "Antioch,"1 ↩
Libanius (2000). Antioch as a Centre of Hellenic Culture as Observed by Libanius ↩
Glanville Downey, Ancient Antioch (Princeton, Princeton University Press, 1963). ↩
Ne Demek sitesindeki bilgiler kullanıcılar vasıtasıyla veya otomatik oluşturulmuştur. Buradaki bilgilerin doğru olduğu garanti edilmez. Düzeltilmesi gereken bilgi olduğunu düşünüyorsanız bizimle iletişime geçiniz. Her türlü görüş, destek ve önerileriniz için iletisim@nedemek.page